4 Şubat 2023

Zülfü Livaneli'nin "Huzursuzluk" Kitabı Üzerine

“…merhamet de zulmün bir parçası; ne bana acıyın ne de çocuğuma. Merhamet zulmün merhemi olamaz!”
Bu sözler Zülfü Livaneli’nin yeni kitabı "Huzursuzluk"un kahramanı Ezidi kızı Meleknaz’a ait. Acıları üzerine konuşmuyor Meleknaz, yüreğine çökeni bakışlarıyla anlatıyor.
İbrahim gazetecidir. Çocukluk arkadaşı Hüseyin’in ölüm haberi üzerine yaşadığı İstanbul’un o keşmekeş kalabalığından sıyrılıp Mardin’e doğup büyüdüğü topraklara gider.  Niyeti arkadaşının ölümünü araştırmaktır.
Hüseyin’in büyük bir tutkuyla sevdalandığı yezidi (ezidi) kızı Meleknaz’ın peşine düşer. İçine düştüğü girdap tüm gizemiyle onu diplere doğru çekerken diğer taraftan da bir Ortadoğu gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalır. IŞID zulmü... İbrahim’e bu konuda ilk anlatı arkadaşı Mehmet’in babası Fuat amcadan gelir. Bu bölüm için, kitabın en can alıcı kısımlarından biri diye bilirim;
“Harese nedir bilir misin oğlum? Arapça eski bir kelimedir. Hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir. Develer çölde üç hafta aç susuz yemeden içmeden yol alabilirler. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparıp çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kan tadı ile dikenin tadı devenin çok hoşuna gider. Yedikçe kanar, kanadıkça yer. Eğer engel olunmazsa deve kan kaybından ölür. Bunun adı haresedir. Bütün Ortadoğu’nun adeti budur oğlum. Tarih boyunca birbirlerini öldürür ama kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kan tadından sarhoş olur.”
Livaneli, bu romanında orta doğunun en insafsız yüzünü, savaşı, yoksulluğu, vatansızlığı,  açlığı, ölümü, bir paket sigaraya satılan Ezidi kızlarını, ölümden beter kaçışları anlatıyor.  Kendi kanına doymayan doğunun haresesini, batının tükenmek bilmeyen ırkçılık hareketleriyle,  acının ve kanın kaderini birleştiriyor, IŞID saldırısından yaralanarak kurtulan Hüseyin, gittiği Amerika da ırkçıların saldırısıyla ölüyor.
Kan akıtmakta doğudaki harese ne ise batıdaki ırkçılıkta aynı. İnsan hayatı ve insana verilen değer söz konusu olduğunda hangisi daha masum sayılır ki.
İşte Livaneli, romanında bu ayrıntıyı, İbni Haldun’un “coğrafya kaderdir”  ve Kavafis’in        “ şehir ardından gelir” söyleriyle anlatmış.
İbrahim, yıllar sonra döndüğü bu Mezopotamya şehrinde çocukluğununnostaljisini yaşarken diğer taraftan da Meleknaz’ı aramaya devam ediyor. Bir kez olsun görebilme isteği… Sesini duyma, bir kez olsun gözlerine bakabilmek, onunla konuşabilmek için içindeki karşı koyamadığı isteğe engel olamıyor. Zihninde ise meleknaz hakkında duyduklar...
Romanda  bir de Hüseyin’in, Meleknaz’a yazdığı Arapça şiirler var,
“Sevgilinin ayakları altında ezilen üzüm gibi / Lal renkli şaraba dönüştüm ben / Bu yüzden razıyım ezilmeye.” bir başka şiirde,
Daha üzüm asması yaratılmadan sarhoş olanım ben / Sen doğmadan önce aşkınla berduş olanım ben.
Orta doğunun o binlerce yıllık destansı aşk masallarında kendini çöllere dağlara vurmuş bağrı yanık aşıklarını düşününce acaba orta doğunun aşkları da harese mi diye kendime sormadan edemiyorum.
Okurken, Hüseyin’in, Meleknaz’ınZilan’ın ve daha nicelerinin hikayesine tanık oluyorsunuz. Her biri yürek dağlayan hikayeler olsa da Livaneli, her zaman ki dingin ve uysal anlatımıyla bir sayfadan diğerine geçiriyor bizi. Derken merhametin ne olduğunu yeniden sorgulamaya başlıyorsunuz. İşte tam da bu noktada zihinlere yerleşmiş tanımları yerle bir ediyor, yazar.… Doğunun haresesi ve görmezden gelinen gerçekleri ile yüzleşirken merhametin en sert ve huzursuz eden yüzü ile karşılaşıyorsunuz.  Üslubunu asla bozmadan yapıyor bunu Livaneli,


Kitabı bitirip kapattığınızda içinizde Meleknaz’la bir kez olsun karşılaşabilme ve o çekik kara gözlerine bakma isteği uyanıyor.Tabi, merhametten asla söz etmeden.

Hiç yorum yok: